Nisan 19, 2024

Maaş Yerine Gemi Enkazı

Abdülhamit zamanında ve Meşrutiyette memur maaşları her ay muntazam olarak verilmezdi. Maaş çıkması bir mesele, memurlar için adeta bir bayramdı; memurların çoğu maaşlarını sarraflara faizle kırdırır, sıkıntı içinde yaşarlardı.

En küçük bir kâtîpten vezirine kadar sarrafa borcu olmıyan memur yok gibiydi; Devlet ricalinin hususî sarrafları vardı ki hepsi bi lâistisna gayrimüslim; Rum, Ermeni ve Yahudi olan bu sarraflar muazzam servet ve malikâneler, kâşaneler sahibi olmuşlardır.

Sultanların ve Şehzadelerin tahsisatı da memur maaşları gibiydi. Maaşların muntazam verilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile başlamış ve Cumhuriyet devrinde de, Atatürk ün asil bir direktifi ile, bir adım daha ileri gidilerek peşin maaş usulü tatbik edilmiştir, bu da muhakkak ki devlet idaresinde bir asaletin ifadesidir.

İkinci Abdülhamit zamanında, bir ara, iki büyük ve eski harp gemisi, üç anbarlı Mahmudiye gemisi ile bir askerî nakliye gemisi olan Taif vapuru kadro dışı edilmiş ve tersanede bozularak ahşap ve demir enkazı ayrılmıştı. Bahriye Nazırı Hasan Paşa da o devrin nüfuzlu simalarındandı, Maliye hâzinesinde para olmadığı için bu iki geminin enkazını, bir müddet, bahriye erkân ve zabitanın çıkmıyan maaşlarına karşılık olarak kullanmıştı. Zamanımızın maaş bordroları yerine maaş kâğıtları kesilir, Nazır Hasan Paşa da bu kâğıtların altına meselâ:

Maaşına karşılık Taif vapurundan 5OO okka enkaz verile diye yazardı. Nazırdan bu emri koparanlar sevinçten âdeta uçarlardı; hemen enkazcılara koşarlar, maaş kâğıdını derhal paraya tahvil ettirirler, o adamlar da tersaneye gelerek topladıkları maaş kâğıtlarının tutarında Taif ve Mahmudiye enkazını kaldırırlardı!

Görüp İşittiklerim ismindeki çok kıymetli eserinde bize bu hâtırayı nakleden Çankırılı Hacı Şeyhoğlu, Ahmet Kemal Bey, üç anbarlı Mahmudiye hakkında, belirsiz de olsa bir fikircik verecek bir fıkra naklediyor:

Çocuklarım, 1897 1898 Yunan harbinde zırhlılann çıkışını Unkapanı köprüsünden seyrediyordum. Tesadüfen yanımda kısaca boylu, ak sakallı bir zat vardı. Bu zat, bir aralık kolumu çekerek ve Mesudiye zırhlısını göstererek:

Aman kaçalım!… Şimdi gemi köprüye çarpacak! dedi. Halbuki Mesudiye zırhlısı henüz Ayvansaray önlerinde idi, beni çeken ihtiyar: Hey gidi günler hey!.. dedi. Biz, on dört kişi bir tarafta, on dört kişi diğer tarafta üç anbarlı Mahmudiyenin dümenini kullanırdık… Bunlar, dümeni parmakla idare olunur gemiyi kullanamıyorlar! .. dedi. Ve ihtiyarın dediği çıktı. .. Mesudiye köprünün açılmış geçidini tutturamadı, köprüye gümbür gümbür bindirdi.

Bir Cevap Yazın