1.Dünya Savaşı sırasında şehit düşen vatan evlatlarının yetim çocukları Darü’leytamlar’da büyütülüyordu. Osmanlı’nın dar’üleytamlara iaşe vermekte zorlanması, yetim çocukların Almanya’ya gönderilmesi ve çıraklık programına tabi tutulması planını ortaya çıkardı. Ancak bu plan düşünüldüğü gibi yürümedi ve vatan evlatlarının hazin hikayeleri ortaya çıktı. Çıraklık için gönderildiğini düşünen Osmanlı yetimlerinin büyük kısmı madenlerde ağır şartlarda çalıştırılmaya başlatıldı. İnce bir giysiyle karın tokluğuna çalışan Osmanlı yetimleri kısa zamanda hastalanıp ölmeye başladılar. Çünkü beslenemiyorlardı da. Domuz etinin ucuzluğu nedeniyle Almanlar sıklıkla domuz çorbası içerken bahtsız Osmanlı yetimleri bu çorbalara el sürmüyordu. Kimi öldü, kimi kaçtı, kimi yakalanıp tekrar madenlerine teslim edildi. Projenin başarısızlığı sonucu kalanlar trenlere bindirilip ülkesine geri gönderildi. İşte bu yazı kara bahtlı Osmanlı yetimlerini konu alan 2014 yılı Toplumsal Tarih dergisinde çıkan bir araştırmadır.
Cihan harbi yıllarında Almanya’da Osmanlı yetimleri
Mavi Kep ve Pelerin
Nazan Maksudyan
314 kişilik bir yetim grubu Nisan 1917 sonunda Sirkeci’den askeri bir trene bindirilirve on günde Berlin’e ulaşır – aynı mesafeyi üç günde kat eden Balkanzug masraflı bulunmuştur. Farklı şehirlerdeki görevlerine gitmeden evvel Berlin’de belediye meclisineait binalarda misafir edilirler. Varışlarından kısa bir süre sonra, Koppenplatz’daki Grundschule avlusunda Harbiye, Ticaret ve Ziraat nazırlıklarından temsilciler ve büyükelçilikten Tahir Bey’in huzuruna çıkarlar. Hepsine Avrupai kesimli mavi pelerinlerve biraz fesi andıran mavi kepler giydirilmiştir.
Ahmed Talib 1901 yılında İstanbul’da doğar. Üç yaşında annesini kaybeder,öksüz kalır. Kısa sürede babası yeniden evlenir, ancak Ahmed bu durumdan hiç memnun olmaz, durmadan ağabeyine analığından yakınır. Savaş yıllarında ailenin ekonomik durumu fena sayılmaz. Babasının Kadıköy’debir lostra dükkânı vardır, ayrıca sellaclık (buzculuk) yapmaktadır. Cihan Harbi’nin patlamasıyla ailenin kaderi değişir. Baba önce silah altına alınır,ertesi sene Gelibolu’da şehit düşer.Evlâd-ı şühedadan sayılan devletin şehit çocuklarına sağladığı öncelik hakkından yararlanarak Ahmed Talib Kadıköy Darüleytamı’na kabul edilir.Mevcudu bini bulan büyük yetimhanede, yaşı büyük olduğu için zanaat kısmına alınır, ayakkabıcılık öğrenir.1917 başlarında darüleytamlardan Almanya’ya talebe gönderileceğini duyunca derhal gönüllü olur. Nisan sonunda Berlin’e ulaşacak olan 314 kişilik ‘zanaat çırakları’ kafilesi için de 16 yaşındaki Ahmed de vardır.Önce Frankfurt am Oder’e, oradan daFürstenwalde’ye gidecek, ustası Albert Pöthke yanında ayakkabıcılığa devam edecek, Almancasını ilerletecek, kalfa olacak, usta olacak, evlenecek, çoluğa çocuğa karışacak ve yaşamına bu küçük şehirde devam edecektir.
Ancak kendisiyle birlikte gelen diğer 313 kişinin, birkaç ay sonra varacak olan 200 madenci çırağının, henüz yerleşemeden geri dönüş yoluna dizilmek durumunda kalan 150 kadar ziraat çırağının talihi bu kadar açık olmayacaktı. Hepsi de Enver Paşa’nınön ayak olmasıyla Darüleytam Müdüriyeti ve Maarif Nezareti’nin pek deyeterli sayılamayacak hazırlıkları neticesinde apar topar yollanmış, ancak ne çocuklar ne de Alman ustalar bu deniz aşırı çıraklık serüveninden memnun kalmıştı. Bu yazıda Darüleytam talebelerinin Almanya’ya yollanmasının ardında yatan nedenleri,bu büyük çaplı sevkiyatın detaylarını ve çocukların Almanya’da yaşadığı zorlukları ve sorunları tartışacağım.
Yetimler yola çıkıyor
1916’nın sonlarında Enver Paşa, Alman askeri ataşesine hükümetin 12 ila 18 yaşlarında 5 ila 10 bin erkek yetimi Almanya’ya göndermeye istekli olduğunu bildirdi.Bu çocuklar, el sanatları, madencilik ve ormancılık ve sütçülük de dâhil olmak üzere ziraat alanlarında çırak olacaktı.
Harbiye nazırını böyle bir planı hayata geçirmeye sevk eden,sayıları günden güne artmasına rağmen barındırdıkları 10 binin üstünde yetimin masraflarını karşılamakta zorlanan darüleytamların durumu ve ardı arkası kesilmeyen yeni kabul başvurularıydı.
Barındırılması, bakımı, beslenmesi, eğitimi bir külfet gibi görülmeye başlayan yetimleri Almanya’ya göndermenin hükümeti rahatlatacağı düşünülmüştü. Proje,evlatlık verme akitlerine (tebenni) benziyordu. Zor durumdaki devlet baba, hanesindeki üretken hale getiremediği “fazla nüfusu” durumu dahaiyi bir ailenin yanına gönderecekti.Türk dostu gazeteci Ernst Jäckh’in başında olduğu Deutsch-Türkische Vereinigung, (DTV, Alman-TürkDerneği), Enver’in önerisini hayata geçirmeye niyetliydi. Ancak Alman dışişleri, fikrin tutarlılığını binlerce değil de birkaç yüz yetimle tartmaya karar verdi.
Alman Ticaret ve Sanayi Odaları kendilerine bağlı ustalarla temasa geçerek zanaat çıraklarının hangi şehirlerde, kimin yanına yerleştirilebileceğine dair detaylı birliste hazırladı. İlk olarak 300 civarında çırak gönderilmesi düşünülmüştü. Maarif Nezareti ve Darüleytam yönetimi, bu ilk grubu gönüllüler arasından, İstanbul yetimhanelerinden seçti. 7 yaşındaki minik İbrahim dışında, çoğu 14-16 yaşlarında oğlanlardı.
Almanya’ya gidecek yetimler için Darüleytam Nezaretide hazırlık yapmış, özel pasaport hazırlanmıştı.Bu pasaportlarda çırakların kimlik bilgilerinin yanı sıra,pasaportun içerisinde çırağın ustası tarafından 3 ayda bir dolduracağı veçocuk hakkındaki görüşlerinin yazıldığı bölümler de bulunmaktaydı.
Bir anlamda pasaportlardan öğrencinin mesleki ve ilmi gelişimini takip edebilmek mümkündü.
314 kişilik grup Nisan 1917 sonunda Sirkeci’den askeri bir trene bindirilir ve on günde Berlin’e ulaşır – aynı mesafeyi üç günde kat eden Balkan-zug
(Balkan Sürat Katarı) masraflı bulunmuştur.
Farklı şehirlerdeki görevlerine gitmeden evvel Berlin’de belediye meclisine ait binalarda(Sophienstraße 34) misafir edilirler.Varışlarından kısa bir süre sonra,Koppenplatz’daki Grundschule avlusunda Harbiye, Ticaret ve Ziraat nazırlıklarından temsilciler ve büyükelçilikten Tahir Bey’in huzuruna çıkarlar. Hepsine Avrupai kesimli mavi pelerinler ve biraz fesi andıran mavi kepler giydirilmiştir. Aynı gün çekilen fotoğrafları eşliğinde Berliner Tageblatt’a konu olurlar.
Alman ve Osmanlı arşivlerinde çıraklarla ilgili tüm belgeler,çocukların ismi esas alındığında Müslüman/Türk çocukların gönderildiğine işaret ediyor. Ancak, söz konusu gazete makalesinde, yetimlerin “çeşitli etnik gruplara (Völkerstämmen) dâhil olduğu” yazılmıştı. Fotoğrafa dayanarak, muhabir “aralarında Ermenilerin ve Yahudileri beyaz yüzlerini, Anadolulu tipleri ve ayrıca Arapları ve zencileri görebilirsiniz,”diyordu. Ardından DTV tarafından ayarlanan Augsburg, Breslau, Bromberg, Dusseldorf, Frankfurt a. Oder,Mannheim, Oldenburg, Schwerin,Weimar ve Ulm şehirlerindeki ustalarının yanına gönderilirler. Geri dönüş yolculuğu hariç tüm masrafları Ticaret ve Sanayi Odaları ve ustaları tarafından karşılanacaktır.Madenlerde çıraklık yapmak üzere 200 çocuktan oluşan yeni bir grup,ilk grubun aksine, Anadolu’daki yetimhanelerden toplanır. Maraş,Antep, Kilis, Ankara, Söğüt, Niğde, Konya, Bursa, Manisa, Karahisar ve Edirne’den gelmişlerdir. Bu çocukların kimisinin yolculuğu, yirmi gün Anadolu katarında, on gün de Berlin treninde, toplam bir ayı bulur,neticede Haziran 1917’de Berlin’e ulaşırlar. Çalışacakları madenlere gönderilmeden önce Berlin’de bir handa (Gastwirtes Gustavos, Hasenheide 52/53) misafir edilirler.Onlar için de DTV’den Dr. Russack ve dışişlerinden Dr. Söhring’in katılımıyla benzer bir ‘hoş geldiniz seremonisi’ düzenlenir. Ardından her birikendi maden bölgesine gönderilir. Dortmund ve Bonn civarındaki Ren-Vestfalya madenleri, Saarbrückenile Halle ve Clausthal madenlerinde yaklaşık olarak eşit sayıda çocuk çalışacaktır. Ayrıca küçük bir kısmı Yukarı Silezya’da (Wroclaw Madencilik İdaresi) görevlidir. Çocukların çoğu metal (demir, çinko, kurşun,bakır) ve kömür madenlerinde çalışır. Çok azı ise linyit ve çimento üretimindedir. Ziraat çıraklarından oluşan üçüncü grubun gönderilmesi, Alman tarafında hissedilmeye başlayan rahatsızlıklar yüzünden daha fazla engele takılır ve daha uzun sürer. Alman Ziraat Odası, Mayıs 1917’de 500 zirai çıraklık pozisyonu açabildiğini DTV’ye bildirir. Bunun üzerine Darüleytam Nezareti çok sayıda vilayetten yetim toplayıp İstanbul’a getirtir. Almanya’ya gönderilmeden önce İstanbul şubelerinde kalırlar. Fakat nedense çocukların hal ve tavırları beğenilmemiş, şımarık, kimi zamanda uygunsuz bulunmuştur. Çocuklarda gözlenen davranış bozuklukları nedeniyle İstanbul darüleytamlarındaki çocukların da terbiyeleri bozulacak endişesiyle bu çocukların bir an önce gönderilmeleri istenir. Ancak bu sefer de DTV daha ince eleyip sık dokumaya karar vermiş ve gönderilecek çocukların detaylı listesini talep etmiştir. Eylüldeki toplantısında,yollanması planlanan 500 yetimden sadece yüzünün kırsal kökenli olduğunu gören DTV idarecileri, listenin revize edilmesini talep eder. Bunun üzerine, İttihad ve Terakki’nin liderlerinden ve Talat Paşa Hükümeti’nin Maarif Nazırı Dr. Nazım, yeniden bir seçim yapacağını ve bu sefer “şehirliyetimleri” değil (Waisenkinder ausder Stadt) “Anadolulu köylü çocuklarını” (anatolische Bauernsöhne) göndereceğini vaat eder. Nihayetinde ancak 150 kadar çocuğun gönderilmesi 1918 ortasına kadar sarkmıştır.
Büyük Umutlar Sönerken
Böylesi ciddi bir hazırlık ve maddi kaynak gerektiren bir projeyi Alman tarafının kabul etmesinin ardında,Malte Fuhrmann’ın “yarı-sömürgecizihniyet” tabir ettiği, Osmanlı nüfusu üzerinde etkili olma arzusu yatıyordu. Alman dilini ve kültürünü tanıyanve bunlara gıpta eden bir kuşak yaratma imkânı, kolay başarılabilecekbir hedef olmamakla birlikte, orta vadede çok önemliydi.Osmanlı talebeleri ve çırakların Almanya’da eğitimini teşvik eden DTV, “en iyiailelerin oğul ve kızlarına” (Söhneund Töchter der besten Familiendes Landes) ve “en iyi zihinlere” (besten Köpfe) erişeceklerini umuyordu. Ancak Osmanlı tarafında durum farklıydı. Onlar için nitelikten çok nicelik önem taşıyordu. Darüleytam Nezareti’nin ve keza hükümetin esas niyeti olabildiğince fazla yetimin masrafından kurtulmaktı.Almanya’yla ilişkileri sağlamlaştırmak ya da iyi teknik eleman yetiştirmek gibi niyetler de makul görünüyor, ancak gönderilen yetimlerin nitelikleri konusundaki umursamazlık bu olasılıkları gündemden düşürüyordu. En iyi, en başarılı çocukları göndermek gibi bir kaygı olmadığı gibi, Maarif Nezareti’nin hazırladığı ziraat çırakları listesinde iki yıl üstüste sınıflarını geçemeyen en başarısız Darüleytam talebeleri de vardı.
Alman Ticaret ve Sanayi Odaları hangi şehirlerde ve hangi alanlarda çırak ihtiyacı olduğuna dair detaylı raporlar hazırlarken, Osmanlı tarafı sadece tablonun sonundaki sayıya göz gezdirip belli sayıda çocuğu göndermeye odaklanmıştı. Çırakların seçimi konusundaki dikkatsizlik ve intizamsızlık Alman ustalar ve ticaret odalarından gelen ilk raporlarda derhal şikâyet konusu oldu.
Çocuklar önceden aldıkları eğitim ve/veya ilgilerine bakılmaksızın seçilmiş, neticede birçok usta öğrettiği zanaat hakkında en ufak bir bilgisi olmayan, beceriksiz ve hoşnutsuz çıraklarla baş başakalmıştı. Sırf bu sebepten sayısız yer değiştirme veya geri gönderme vakası yaşanmıştı. Osmanlı ayağının organizasyon konusundaki diğerbir zaafı, yetimleri ciddi bir tıbbi ve bilimsel taramaya tabi tutmadan göndermesiydi. Sağlık problemleri, yaşlarının küçüklüğü ve daha önceki çıraklık deneyimlerinin tutarsızlığı yüzünden ilk iki ay içinde yetimlerin yüzde 25’i geri gönderilmiş ve böylece “uygunsuz unsurlar temizlenmiş”ti(den ungeeigneten Elementengründlich aufzuräumen).
Kaçanlar ve kaybolanlarla birlikte, 1918 sonunda yetimlerin sayısı %40 oranında azalmıştı. Maden çıraklarından geriye 140, zanaat çıraklarından ise 181 kişi kalmıştı. 1918 Mayıs’ında kaleme alınan Talebe-i Osmaniye Müfettişliği’nin ilk raporuna göreçeşitli sebeplerle Darüleytam öğrencilerinin firarları söz konusu olmuştur. Rapora göre bu kaçışlarda yanlış meslek seçimi, memleket özlemi, mizaç uyumsuzluğu, elebaşılar (öğrenciler içerisinde kötü işlerde önayakolanların diğer sakin öğrencilere olumsuz etkisi) sebatsızlık, kibir vegurur gibi faktörler etkili olmuştur.
Ustaların diğer bir şikâyeti Osmanlı tarafının çıraklık standartlarına riayet etmemesinden kaynaklanıyordu. Ticaret Odası ve Osmanlı şehbenderlik temsilcisi arasında imzalanan çıraklık mukavelesine göre,çocuklar üç yıl bilabedel çalışacaktı(ancak dördüncü yıl maaşlı olarak kalfalık yapabileceklerdi). Bunun karşılığında ustaları yatacak yer, yemek ve iş kıyafeti (iç çamaşırı hariç)sağlayacaktı. Çocukların büyük çoğunluğunun ayakkabı ve iç çamaşırı eksikleri uzun süre sorun olmuştu.
Ticaret odaları, çırakların iki çift kıyafet ve yeterince iç çamaşırı getireceğine dair DTV’den onay almıştı.Hâlbuki ustaları çocuklar vardıkları esnada üst başlarının içler acısı olduğundan yakınıyordu. Ustalar bueksikleri karşılamak için 100 mark civarında harcama yapmak durumunda kalmıştı, zira çocukların sokaklarda bu şekilde dolaşmasına izin veremezlerdi.
Ardından masraflarını tazmin etmek için Alman dışişlerine başvurmuş ve Osmanlı tarafının hatalarının ceremesini çekmeyeceklerini belirtmişlerdi. Almanya’ya gitmeye gönüllü olan yetimlerin hayalleri çok daha somut olsa gerekti. Darüleytamlardaki kalabalıktan, izdihamdan, açlıktan kurtulacaklarını, büyük Alman ülkesinde daha iyi koşullarda yaşayacaklarını varsayıyorlardı. Birçoğu fabrika işçisi olacağını, kalifiye elemanlar gibi iyibir maaşla çalışacağını hayal ediyordu. Öte yandan, Osmanlı yetkililerinin bu yetim çocuklara iyi imkânlar sunulması ya da yetenekleriyle uygun alanlarda yetiştirilmeleri gibi bir önkoşulu olmadığı açıktır. İş kolunun zorluğu ya da çalışma şartlarının çetinliği göz önünde tutulmadan, ‘devlet malı’ muamelesi yapılan yetimler neredeyse ‘eti senin kemiği benim’ mantığıyla DTV’ye teslim edilmişti. Çocukların daha önceden bildikleriya da ilgili oldukları sanatlarda eğitilememesi sık rastlanan bir sorundu. Aldıkları çıraklık eğitiminden mutlu olmayan çocuklar itaatsizlik ediyor ya da kaçıyordu. Örneğin,İstanbul Darüleytamı tornacı çıraklarından Mazhar ve Mustafa Osman, 2 yıllık deneyimlerine karşın Fürstenwalde’ye madende çalışmaya gönderilmiş olmaktan mutsuzdu.Ticaret ve Sanayi Odası, kendi alanlarında çıraklık bulmanın mümkün olmadığını söyleyince kaçmışlardı.
1917’de Almanya’daki öğrencileri teftişe giden Muslihiddin Adil Bey, çoğu çırağın görecekleri eğitim hakkında hakiki bir bilgiye sahip olmadan gelmelerinden yakınmıştı. Bir çoğu nasıl bir çıraklık işine gittiğini, eğitimin süresini, hangi şehirde, hangi koşullarda yaşayacağını bilmeden gelmişti. DTV yöneticileri gibi o da bubilinçsiz yerleştirmeyi eleştirmişti.
Çırakların bilgisizliği ustalar için de büyük sorun teşkil ediyordu. Örneğin, zanaat çıraklarıyla ilgili ulaşan ilk şikâyetlerden biri çocukların maaş ve boş zaman talep etmesiydi – ki her iki istek de Alman çıraklık standartlarına aykırıydı.
Madenci çıraklarının durumu ise daha da vahimdi. Neredeyse hiçbirinin madenlerde çalışacaklarına dairen ufak bir fikri yoktu. Bir ustanın yanında sanat öğreneceklerini zannediyorlardı. Breslau’daki kömür madenindeki Osmanlı yetimleri hakkında ayrıntılı ve çok negatif bir rapor hazırlanmıştı. Çocuklar birlikte çalıştıkları diğer çıraklara çok kaba davranıyor, yapmaları istenen görevleri yerine getirmiyor ve canları isteyince madenden çıkıveriyorlardı.
Rammelsberg’deki madenden gelen rapora göre çıraklar işten kaçmakla kalmıyor, aynı zamanda da yapılanişe en ufak bir ilgi göstermiyordu. Goslar/Harz madenlerindeki çocuklar, Almanca öğrenmeleri hızlansın ve diğer çıraklarla kaynaşsınlar diye Alman çıraklarla aynı yatakhaneye konmuştu. Ancak ardı arkası kesilmeyen kavga dövüş neticesinde çocukların ne çalışma ne de dinlenme saatlerinde bir araya gelmesi için elden gelenin yapılmasına karar verilmişti. Çocukların isyankâr davrandığı birçok durumda bir elebaşı olduğu fark edilmişti. Örneğin, 14 Osmanlı yetiminin çalıştığı Oberharzer madeninde, diğerlerini “tehdit vekötü muameleyle” (Drohungen und Misshandlungen) çalışmaktan alıkoyanın “zenci Mehmed Tevfik” olduğu söyleniyordu.
Çocukların itaatsizve asi davranması kimi raporlarda sömürgeci bir bakış açısıyla ‘yabanilik’ şeklinde de yorumlanmıştı.Dr. Russack’a göre ustaların düzenli çalışma, disiplin, itaat gibi temel iş etiği prensiplerini Osmanlı yetimlerine öğretmeleri zaman alacaktı, zira bunlar medeniyetin içine doğmuş Alman çırakların aksine “doğa çocuklarıydı” (Naturkinder).
Oryantalist önyargılarla, Doğu’dan gelen yetimlerin medeni davranış kalıplarından ve çalışma disiplininden bihaber olduğu varsayılmıştı.Daha iyi niyetli yöneticiler, çocukların tembelliğini ve umursamazlığını hayal kırıklığına bağlıyordu.Yetimlerin çoğu Alman fabrikalarında işçi olup, yüksek maaş alacakları hayaliyle gelmişti, şimdi madende taş taşımak güçlerine gidiyordu. Örneğin, Frankleben madenlerinde çalışan Necdet, Hüseyin ve Süleyman yaptıkları tek işin taş taşımak olduğundan ve kıyafetleri çok inceolduğu için durmadan hastalandıklarından yakınmıştı.
Madenlerde çıraklık yapanların ciddi hayati tehlikeler atlattığı (ya da atlatamadığı) daoluyordu. Bir çocuk Oppeln madeniyakınındaki bir gölde boğulmuş, birdiğeri akciğer rahatsızlığıyla kaldırıldığı Charité Hastanesi’nde hayatını kaybetmiş, bir diğerinin apandisiti patlamış ve ölmüştü.
Sadece madenlerde daha zor koşullarda yaşayan çocuklar değil, ustalarının hanelerinde zanaat çıraklığı yapan Osmanlı yetimleri de zaman zaman bunalıyordu. En büyük sorun yemekti. Çocuklar pişirilen öğünlerde domuz eti olup olmadığı konusunda çoğunlukla şüpheye düşüyor, önlerine gelen “koyu renkli çorba” neden yapılmış bilemiyorlardı.Bazı çocuklar günde sadece bir öğün yediklerinden yakınıyordu.Şikâyetlerini DTV’ye ilettiklerinde kimi çocuklar “o zaman sizi geri gönderelim de askere alsınlar” diye tehdit edilmişti.Madalyonun diğer yanında ‘misafiredenlerin’ çektiği sıkıntılar vardı.Kendi durumları da çok parlak olmayan Alman ustalar, savaş koşullarında Türk çocuklarını arzu ettikleri şekilde beslemenin zorluğundan yakınıyordu. Çocuklar daha ucuz ve kolay bulunan domuz etini ve sosisini yemeyi reddediyor, öte yandan çokdaha pahalı ve kıt olan pirinç, şeker ve ekmekten fazlaca tüketiyordu. Almanya’daki hayatlarına dair diğerbir şikâyetleri tuvaletlerdi. Çocuklar taharet musluğu bulunmamasından rahatsızlık duyuyordu. İşlerin umdukları gibi gitmediğini düşünen kimi çocuklar büyükşehirlerde farklı fırsatlar aramayı denemişti. Rüdersdorf madeninde çalışmaya başlayan on madenci çırağından sekizi, kısa bir süre çalıştıktan sonra kaçmıştı. Beş tanesi Berlin Friedrichstraße’de başıboş dolaşırken bulunmuş ve DTV tarafından görev yerlerine geri gönderilmişti, ancak diğer üçünün nerede olduğuna dair bir bilgi yoktu.Kimi daha az maceracı olanlar doğrudan şehbenderliğe gidip çeşitli şikâyetlerini sıralayarak yurda geri dönmek istiyordu.Ancak işlerini bırakıp büyük şehirlerde,özellikle Berlin’de
takılan çocukların bütün zamanlarını kahve köşelerinde serserilikle ve sefalet içinde geçirdiği yazılıp çiziliyordu. Doğru dürüst Almanca bile öğrenmemişler, sefahat âlemi içinde ahlaki değerlerini yitirmişler, zührevi hastalıklara yakalanmışlardı. anasız, babasız, vatansız Savaş Almanların ve Osmanlıların umduğu gibi İttifak Devletleri’nin zaferiyle sonuçlanmamıştı. İttihatçı liderler ortadan kaybolurken, DTV Almanya’daki yetimlerle ilgili ne yapacağına bir müddet karar verememişti. Ancak 1919 ortalarında Osmanlı uyrukluları geri götürecek Akdeniz ve Gülcemal vapurlarına, askerler,diplomatik görevliler ve talebelerle birlikte onların da binmesine kararverilmişti. Ahmed Talib Osmanlı uyrukların geri çağrıldığını duymuş,ancak işinden ve hayatından memnun olduğu için gitmek istememişti.Üstelik bu sıralarda kendi gibi yetim olan Anna Höhnow’la nişanlanmıştı. Birkaç yıl sonra evlenmek istediklerinde işler biraz karışmıştı. Ahmed’in doğum belgesine ihtiyaç duymuşlardı. Belgeyi konsolosluktan temin etmek mümkündü, ancak Ahmed İstiklal Harbi’nde savaşmadığı gerekçesiyle yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkardığı 1312 sayılı Kanun’a göre vatandaşlıktan atılmıştı. Henüz Alman vatandaşı da olmadığı için heimatlos statüsündeydi. Savaş Ahmed Talib’iyetim bırakmış, Osmanlı yönetimi başından savmış, Cumhuriyet rejimi vatansız yapmıştı.Ahmed Talib her şeye rağmen mutlu ve istisnai bir örnekti. Onun dışında Almanya’ya gönderilen yetim çocuklarla ilgili son derece karanlık ve kötümser bir tablo çizmek durumunda kaldım. Zira devlet arşivleri bize çoğunlukla kavgaları, ölümleri,şikâyetleri gösterirken, mutlulukları,başarıları, yolunda giden işleri kaydetmiyor –hoş, mutluluğumuzu ne münasebet devletle paylaşalım!
Kaynakların sınırları bir yana, projenin Osmanlı tarafı için gerçek anlamda bir külfetten kurtulma mahiyeti taşıdığı açık görünüyor. Böylesi uzun mesafeli ve geniş çaplı bir sevkiyatın bu boyutta bir organizasyon eksikliğiyle yapılmış olması, yetimlerin Almanya’daki yaşam koşulları konusunda büyük bir kaygı duyulmadığı,çocukların gönderilmiş olmak için gönderildiğini düşündürüyor. EnverPaşa’nın F. Scott Fitzgerald’ın aynı adlı romanındaki efsanevi karakteri Muhteşem Gatsby’yi hatırlatan fazla iyimser, hayalperest ve vizyoner projeleri bir bütünlük içinde değerlendirildiğinde, nasıl olur da yetim çocuklardan faydalanmanın bir yolunu bulamaz sorusu yöneltilebilir.
Bu noktada yeniden evlatlık verme mantığını hatırlamakta fayda var.Osmanlı darüleytamlarında “boğaz tokluğuna” çalışan hatırı sayılır miktarda işgücü bulunuyordu, ancak çocukların ürettikleri, tükettiklerini karşılayacak boyutta değildi. Yetimleri bütün masraflarını üstlenmeyi kabul eden Alman tarafına teslim etmek, çok sayıda “boğazın azalması”,dolayısıyla eldeki kaynakların dahafazla üretim yapılmamasına karşın çoğalması demek olacaktı.
İlk yorum yapan siz olun