Sokakların devlet tarafından aydınlatılmadığı devirlerde böyle bir yasak, çeşitli bakımdan uygunsuz takımının, türlü türlü kötülüklerini önlemek için zarurî tedbirlerdendir;
ve Türkiyede, sokaklara fenerler konuluncaya kadar devamlı surette tatbik edilmiş bir yasaktır. Hattâ bazı fevkalâde ahvalde, bilhassa İstanbulda kopan ihtilâllerde yatsıdan sonra her ne suretle olursa olsun gece sokağa çıkmak dahi yasak edilmiştir. Yatsıdan sonra sokağa fenersiz çıkma yasağı, en şiddetli bir şekilde Dördüncü Murad zamanında tatbik edilmiş, bu yüzden, İstanbulda, sekiz on sene içinde binden fazla “erazil makulesi”(rezil takımı) katledilmiş, “avamı nâs”ın(ayak takımının) gözüne korku dağı verilmişti.
Naima’dan bu türden olayları şu şekilde anlatıyor;
Lisanı halkda meşhur ve menkuldür ki, Sultan Murad gece ile şehri İstanbulu gezip yatsudan sonra fenersiz dışarıda bir adam buldukta bilâaman (aman vermeksizin) katlederdi diyor ve bir de vaka naklediyor:
Padişah bir gece Hocapaşa mahallesinde, tebdili kıyafet geziyormuş, Hocapaşa camii imamının bir taze yiğit olan oğlu, yatsu namazından sonra camii kapamış, o civarda olan evlerine fenersiz giderken Sultan Murada rastlamış. Delikanlının yolunu kesen Sultan Murad gazabla:
-Sen benim yasağımı işitmedin mi? diye bağırmış.
Delikanlı, Padişahı karşısında görüp onun pür gazap ve heybet sesini işitince, donakalmış:
-Padişahım.. Ben imamın oğluyum.. Camide geç kaldım.. Fener yok … Evimiz de şuracıkta. ..
diyecek olmuş amma kim dinler. Padişah yanındaki cellâda emretmiş, biçareyi kement atıp oracıkta boğuvermişler.
O devirleri yaşamış olanlardan Tarihi Gilmanî müellifi Mehmed Halife, Dördüncü Muradı, bu gibi şiddetli yasaklar koydurmağa sevkeden anarşiyi, bilhassa gemi azıya almış olan Yeniçeri ve Sipahilerin rezaletlerini şu kısa fakat çok canlı satırlarla anlatıyor:
-Ol zaman kulun şol mertebe tuğyanı var idi ki gündüz hamamdan peştemal ile çıplak avrat çıkarmak, camilerde dühun içmek ve Müslümanların ırzım paymal etmek ve köşelerde aşikâre ayak üzre zina ve livata etmek ve kan dökmek ve evler, saraylar basmak ve bayram günlerinde salıncak kurup bizzat Padişahı ve validesini ve vüzerâ ve ehli divanı mumlar ile salıncağa dâvet etmek ve bâhusus kahvehanelerde ve meyhanelerde fi li nâmeşrular etmekle âlem nizamdan çıkmıştı, vasfa gelmez Nihayet Sultan Murad kılıcı sıyırıp ehli fesadın hakkından geldi, vücutlarını sahifei rûzigârdan mahv ve nâbtid eyledi, bir kimsenin bir yerden baş göstermeğe iktidarı kalmadı. Hattâ şehri İstanbulda, yatsu namazına fenersiz gitmeğe kimsenin zühresi yok idi, merhum bütün gece gezerdi, halk namaza varmağa korkardı.
Mehmed Halife, yukarıdaki vakayı da şöyle naklediyor:
-Hakir İstanbula geldiğim zamanda Hocapaşa da misafir idim. Bir gece Sultan Murad mahalleyi dolaşırken Hocapaşa camiinin imamının oğlu ca mi den eve giderken Padişaha rastgelip ve aman verilmeyip katlolunmuştur, hakîr varıp gördüm, yeşf kaftanlı bir taze yiğit yatur idi.
Yine aynı şiddet devrinde, İstanbul için, geceleri yatsı namazından sonra evlerde ışık yakma yasağı konmuştu; Dördüncü Murad ölünceye kadar kendisi iyş ü işret âlemlerinde mey ve mahbub safası sürerken, büyük şehir mutlak bir zulmet içinde kalmıştır.
Bu devirlerden birinde, adamın biri gece doğum yapmak üzere olan karısına ebe bulmak üzere alelacele sokağa fırlar. Fakat yolda paşanın adamları tarafından yakalanır. Sorguda kendisinden öncekilerin falaka ve benzeri cezalarla cezalandırıldığını görünce endişe etmeye başlar. Sorgu sırası kendisine geldiğinde durumunu anlatır ve affedilir. Bir ebe bulup eve götürdüğünde ise karısının çoktan doğurduğunu görür. Karısı onu geç kaldığı için azarladığı zaman adam karısına:
” – Kadın sen burada bir kez doğurduysan ben sorguda dokuz doğurdum.” der. Ünlü dokuz doğurmak deyimi buradan gelmektedir.
İlk yorum yapan siz olun