23 Ekim 1956 da, Budapeşte de 155,000 insan “Polonyalılarla dayanışma” mitingi yaptı. Böylece Macar isyanı başlamıştı. İşçi Konseyi bir ultimatom yayınlayarak grevin tüm Rus birlikleri ülkeyi terk edene kadar süreceğini belirtti. 30 Ekim de Kızıl Ordu tankları Macaristan dan çıktı. Halkta sanki bir zafer kazanmış görüntüsü vardı.
Ancak 4 Kasım günü tanklar geri geldi. Sınır ötesinde toplanan 6,000 Rus tankı Macar halkının üstüne yürüdü. Tüm büyük şehirler topçu ateşine tutuldu. Budapeşte nin işçi bölgesi en ağır hasar alan bölge oldu. Macarlar ellerinden geldiğince karşı koydular ancak Budapeşte harabe haline gelene kadar tam dört gün hiç durmaksızın top ateşine tutuldu.
10 gün süren çatışma sonucu binlerce insan ölüp, yaralandıktan sonra halk çaresizce teslim oldu.” Direnişin büyümesi üzerine Kruşçev in Kızıl Ordu ya Macar direnişçileri katletme emri vermesi ve Budapeşte sokaklarında oluk oluk kan akması, acı ve gözyaşının zirveye ulaşması hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Ellerindeki basit silahlarla modern bir orduya karşı mücadele eden gençler kendilerini ayaklanmaya çağıran ABD ve Avrupa dan yardım bekliyor, “Avrupa ve ABD ne zaman bize yardım edecek, bizi ne zaman kurtaracaklar?” diye feryat ediyordu.
Ama Batı bu çığlıklara kulaklarını tıkadı. Çünkü onlar için o anda önemli olan şey; Süveyş i millileştirdiğini açıklayan Nasır a müdahale ve çatışmaların sonucuydu.? Ve Batı, hep birlikte bu insanlık dramını, tarihin karanlık sayfalarına geçecek bu vahşeti görmezden geldi. Peki, ABD ve Avrupalı müttefiklerinin bu tutumlarında Macarların Anglo-Sakson olmamalarının rolü var mıydı? Binlerce Macar, komünizmden kurtulmak için seyirci durumda kalan Batı ya iltica etti.
İlk yorum yapan siz olun