Tanzimattan evvelki devirde, îstanbulda Padişahtan başka ancak üç kişi, eğer ata tercih ederlerse arabaya binmek hakkına sahip idiler. Bu üç kişi de İlmîye sınıfının en yüksek simaları olan Şeyhülislâm, Rumeli Kazaskeri ve Anadolu Kazaskeri Efendiler idi. Vezirler, devlet ricali ve zata mahsus bahşo lunan bir imtiyaz ile akalliyet âyan ve eşrafı ancak ata binebilirlerdi. Onyedinci asrın ilk yıllarına kadar ricalden sayılmayan memurin, serveti ne olursa olsun halk, büyük şehir içinde ata da binemezdi.
Fıkra edebiyat tarihine geçmiştir. Dini edebiyatımızın Süleyman Çelebinin Mevlûdî Şerifi gibi, hem şairane hem âşıkane en yüksek eserlerinden – Hilyci Peygamberi yi yazmış olan Hâ kani Mehmed Bey, bu şâheserini bitirdiği 1598 H. 1007 yılında yetmişini aşmış bulunuyordu. Vazifesi Babıâlî Kaleminde idi, konağı da Edirnekapı civarında idi. Eseri, saraydan en aşağı halk tabakasına varınca fevkalâde bir heyecan ile karşılandı ve şaire, sadaret makamı tarafından ne türlü bir mükâfata mazhar olmak arzusunda bulunduğu soruldu.
Şair: – Artık ihtiyar oldum, her gün Edirnekapı sına kadar yaya gidip gelmeğe kudretim kalmadı, müsaade buyurulursa hayvan ile gidip gelsem cevabını verdi. Halbuki Hâkanî Mehmet Beyin rütbesinde bir memurun ata binmesi yasaktı, şairin hatırı için devlet nizamını bozmadılar, hükümet Babıâli civarında bir ev alıp şaire hediye etmeyi tercih etti ve arzusunu bu yoldan yerine getirdi. Fakat bir müddet sonra, Müslümanlar hakkındaki şehir içinde ata binme yasağı kaldırıldı.
Onyedinci asır ortalarında, bir sinir hastası olan Sultan İbrahim de İstanbul şehrinin içinde arabayı yasak etmişti. Bir gün bir üfürükçü hocaya okunmağa giderken yolda bir arabaya rastladı; fevkalâde sinirlendi ve bu basit zabıta vak asından Sadrâzamı mesul tuttu; Sadrâzam Salih Paşayı, ki, değerli, namuslu bir vezirdi, gittiği üfürükçünün evi ne çağırttı ve gözünün önünde bîr kuyu ipi ile boğdurttu.
İlk yorum yapan siz olun