Bir zamanlar satranç, zihni geliştiren bir oyun olmanın ötesinde, onu oynayanların akıl sağlığına zarar verdiği düşünülürdü. Bu korku, tıpkı günümüzde video oyunlarına karşı beslenen önyargılara benzer. Nasıl ki bir ebeveyn çocuğunun saatlerce ekran başında olmasından endişe ediyorsa, bir zamanlar satrancın başında geçirilen uzun saatler de aynı şekilde endişe yaratıyordu. Bu endişelerin odağında ise tarihin en büyük satranç oyuncularından biri olan Paul Morphy yer alıyordu.
Paul Morphy (1837- 1884)
Paul Morphy: Satranç Dünyasının Efsanesi
Paul Morphy, 19. yüzyılın ortalarında satranç dünyasında fırtınalar estiren bir dehaydı. 1837’de New Orleans’ta doğan Morphy, satrancı babasının ve amcasının oyunlarını izleyerek öğrendi. Daha çocuk yaşta, 9 yaşındayken bile ustalara karşı parlak galibiyetler elde etmişti. Morphy, hukuk eğitimi almış ve 20 yaşında avukatlık yapmaya başlamış olsa da, yaşı yasal sınır olan 21’in altındaydı. Bu durum, ona bir yıl boyunca satranca odaklanma fırsatı tanıdı ve sonunda 1858’de satranç şampiyonu oldu.
Morphy, Amerika’da yenecek rakip kalmadığında, satrancın merkezi kabul edilen Avrupa’ya yöneldi. Burada satranç dünyasını kasıp kavurdu, ancak hedeflediği Howard Staunton ile oynama şansını bulamadı. Staunton’un çeşitli bahanelerle bu oyundan kaçınması, Morphy’nin “taçsız kral” olarak anılmasına yol açtı.
Satranç ve Delilik Arasındaki İddialar
Paul Morphy, 20’li yaşlarının başında satrancı bıraktı. Ancak, onun satrançtan çekilmesinin ardından zihinsel sağlığında hızlı bir bozulma yaşandığı söylentileri yayıldı. Bu söylentiler, satrancın akıl sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri konusundaki tartışmaları yeniden alevlendirdi. O dönemde Morphy’nin yaşadığı sorunlar, birçok kişi tarafından satrançla ilişkilendirildi ve bu durum, gazete manşetlerinde geniş yer buldu.
Morphy’nin ardından diğer büyük satranç ustalarının da zihinsel sorunlar yaşaması, satranç ile delilik arasında bir bağlantı olup olmadığı sorusunu yeniden gündeme getirdi. Örneğin, 1896’da bir maç kaybettikten sonra Tanrı’ya karşı satranç oynadığını iddia eden Wilhelm Steinitz, ertesi yıl bir akıl hastanesine yatırıldı ve 1899’da hastanede hayatını kaybetti.
Bobby Fischer zekası ve mücadeleci ruhunun ortaya çıkardığı farklılığı uçlarda yaşayan profesyonel bir satranç oyuncusuydu.
Satranç ve İntihar: Karanlık Bir Bağlantı mı?
yüzyılda, satrancın zihinsel etkileri hakkındaki sorular, Amerikalı satranç kahramanı Harry Nelson Pillsbury’nin frengiden muzdarip olduğu ve bir hastanenin dördüncü katından atladığı trajik olayla yeniden gündeme geldi. Pillsbury’nin ardından, Alman usta Curt von Bardeleben de benzer şekilde penceresinden atlayarak intihar etti. 1989’da Ermeni ve Sovyet ustalar Karen Grigoryan ve Georgy Ilivitsky de aynı akıbeti paylaştılar. 1997’de Letonyalı usta Alvis Vitolins ve 1999’da Estonyalı büyük usta Lembit Oll gibi dehalar da intiharla hayatlarına son verdiler.
Bu trajik ölümler, satrancın zihin üzerindeki etkileri konusundaki korkuları artırdı ve bu oyun, bir zamanlar “en tehlikeli oyun” olarak görülmeye başlandı. Amerikalı usta ve Bobby Fischer’ın okul arkadaşı Raymond Weinstein’ın 1964’te birini öldürmesi ve Alexander Pichushkin’in (Satranç Tahtası Katili) 2007’de 49 kişiyi öldürmekten hapse atılması gibi olaylar, bu korkuların daha da büyümesine neden oldu.
Gerçekten Satranç Suçlanmalı mı?
Satranç, bir yanda zekayı keskinleştiren bir oyun olarak kabul edilirken, diğer yanda bu oyunun deliliğe ve intihara yol açtığına dair korkularla anıldı. Ancak, satranç ile akıl sağlığı arasındaki ilişkiyi sorgulayanlar, bu bağlantının gerçekte ne kadar güçlü olduğunu tartışmaya devam ettiler. Satranç, yoğun strateji gerektiren bir oyun olması ve oyuncuların tamamen bu oyuna odaklanmalarını talep etmesi nedeniyle bazı zihinlerde saplantıya dönüşebiliyor olabilir. Ancak, satranç tek başına zihinsel sağlık sorunlarına yol açmaz; bu sorunlar genellikle kişinin sahip olduğu diğer zayıflıklarla birleştiğinde ortaya çıkar.
Sonuç olarak, satranç zeka ve strateji oyunu olarak tarihteki yerini korurken, bu oyunla ilişkilendirilen akıl sağlığı sorunları ve trajik olaylar, insan zihninin derinliklerinde yatan karanlık bölgeleri de ortaya koyuyor. Tıpkı video oyunlarına karşı duyulan önyargılar gibi, satranç da bir zamanlar haksız suçlamalarla karşı karşıya kalmış olabilir, ancak asıl sorun insanın kendisinde yatmaktadır.
İlk yorum yapan siz olun