Soğdlar… Hakkında bildiklerimiz, antik çağın o gizemli perdesinin ardında kalmış bir fısıltı gibi. Geç antik çağın en önemli toplumlarından biri olmalarına rağmen, onlara dair bilgilerimiz oldukça sınırlı. Çoğunlukla Çin başta olmak üzere, diğer bölge ülkeleriyle kurdukları ticari ve diplomatik ilişkilerden elde edilen belgelere dayanıyor.
Bu yazıda, Soğdların hüküm sürdüğü topraklardan, o hareketli tüccar topluluğunun genel özelliklerine ve altıncı ile dokuzuncu yüzyıl arasındaki Türklerle kurdukları çarpıcı ilişkilere doğru bir yolculuğa çıkacağız.

Soğdiana, Orta Asya’nın kalbinde, Ceyhun ve Seyhun nehirleri arasında uzanan geniş, tarihi ve coğrafi bir bölgeydi. Burada, İrani diller konuşuluyordu.
Bölgenin tarihine baktığımızda, İsa’dan önce Darius’un fethiyle başlayan bir süreç görüyoruz. Ardından Büyük İskender ve Eftalitler, Soğdiana topraklarında hüküm sürdü.

Ancak beşinci ve altıncı yüzyıllarda, tarımsal alanda yaşanan gelişmelerle birlikte Soğdiana’nın nüfusu hızla arttı. Bu nüfus artışı, yeni şehirlerin doğuşunda önemli bir rol oynadı.
İpek Yolu ticaretinin en önemli merkezlerinden biri olan Buhara başta olmak üzere, Zarafsan ve Paykent gibi birçok şehir bu dönemde kuruldu ve İpek Yolu ticaretinde kilit roller üstlendiler.
Aynı dönemde Soğdlar, sadece kendi topraklarında kalmadılar. Başta Çin, Bizans toprakları ve Orta Asya olmak üzere geniş bir coğrafyaya yayılarak birçok koloni kurdular ve o dönem için “küresel” olarak nitelendirebileceğimiz devasa bir ticaret ağı oluşturdular.
Özellikle beşinci ve yedinci yüzyıllar arasında, Soğdlu tüccarlar, uzun mesafeli İpek Yolu ticaretinin baş aktörleri oldular.

Sadece ipekle sınırlı kalmayan ticaretleri, köle, değerli mücevherler ve misk gibi farklı ürünleri de kapsıyordu.
Yunanların Anadolu ve Akdeniz’de kurduğu koloni ticaretinin bir benzerini Orta Asya’da hayata geçiren Soğdlu tüccarlar, sadece ticaret alanında değil, diplomasi ve kültürel etkileşimlerde de dönemin coğrafyasında önemli bir etki yarattılar.
Özellikle altıncı ve sekizinci yüzyıllar arasında, Soğdlu tüccarlar, Türklerin ekonomik ve politik hayatında önemli bir rol oynadılar.
Göktürk devletinin kurulmasından sonra, iki halk arasındaki etkileşim arttı. Bu süreci hızlandıran bir diğer etken de, Soğdiana’nın altıncı yüzyılda Türkler tarafından fethedilmesi oldu.
Türklerin en eski yazılı metinlerinden biri olan Bugut yazıtlarında da görebileceğimiz Soğd alfabesi, Türkler ve Soğdlular arasındaki ilişkinin en çarpıcı örneklerinden biridir.
Aynı dönemde, Türklerin İpek Yolu ticaretinde önemli bir rol oynama isteği, Türk-Çin ilişkilerini zorunlu kılmıştı.
Çinlilerle yakın ilişkileri olan Soğdlu tüccarlar, bu dönemde Türklerin elçisi olarak Çinli yöneticilerle görüştüler ve Türk-Çin diplomasisinde önemli bir role sahip oldular.
Sasani ve Soğdlu tüccarların kontrolünde yürütülen uzun mesafeli karavan ticaretine Türklerin de katılması, Soğdların iştahını kabarttı ve kendileri için pay çıkarabilecekleri yollar aradılar.
Bu yol da, elbette ki, Türklerin Çin yağmalarından elde ettiği ipeklerin ticaretiydi. Daha önce olduğu gibi, bu sefer de Soğdlu tüccarlar, Türklerin elçisi olarak Sasani ve Bizans imparatorlarıyla görüştüler.
Sasaniler, başta Soğdlarla olan ticari anlaşmazlıklar sebebiyle Türklerin ipek satma isteğini reddetti. Ancak Bizans imparatorunun bu isteği kabul etmesiyle birlikte, Türkler mallarını satabilecekleri bir pazar elde ettiler.
Aynı zamanda, Soğdluların tavsiyesiyle, Sasanilere karşı bir Türk-Bizans ittifakı da kuruldu. Ekonomik ittifakların yanı sıra, Soğdlar Türk diplomasisinde de önemli rol oynadılar.
Ekonomik ve diplomatik etkileşimlerin yanında, Soğdlar, Türklerin dini pratiklerinde de önemli rol oynadılar. Soğdlu tüccarların büyük çoğunluğu Manihaizm’e bağlıydı.
Ticari etkileşimde bulundukları toplumlara, kendi dinlerini yaymak için de önemli fırsatlar buldular. Bunların belki de en önemlilerinden biri, bir diğer Türk devleti olan Uygurlarda gerçekleşti.
Yoğun ticari etkileşimin bir getirisi olarak, Soğdlu tüccarlar, Maniheizmi Uygur yönetici sınıfına tanıtma şansı buldu. Her ne kadar halk tarafından benimsenme oranı tartışılabilir olsa da, Uygur yönetici sınıfının Maniheizmi kabul etmesi, Maniheist tapınaklar inşa etmesi ve geniş bir Soğd kelime hazinesini dillerinde kullanması, iki toplum arasındaki ilişkiyi oldukça çarpıcı bir şekilde göstermektedir.
Sonuç olarak, birçok koloni kuran, kalıcı bir yerleşim yerine sahip olmayan Soğdlu tüccarlar, dönemin coğrafyasında kültürel, ekonomik ve diplomatik etkileşimlerde önemli rol oynamışlardır.
Bu etkileşim içinde, Türk-Soğd ilişkisi ise incelenmeye değer ve içerisinde oldukça çarpıcı detaylar barındıran bir alt kategoridir.
Hareket kabiliyetleri, diplomatik güçleri ve ticari stratejileri sayesinde, dönemin en önemli güçlerinden biri olan Soğdlar hakkında maalesef ki yeteri kadar çalışma yoktur.
İlk yorum yapan siz olun